Beyza
New member
[color=]“Allah’ın evrendeki yasaları” ne demek, neye yarar, nerede zorlar?[/color]
Ben bu başlığı açarken amacım kimseyi kırmak değil; ama “Sünnetullah” deyip geçince tartışmayı bitirdiğimizi sananlara küçük bir meydan okuma niyetindeyim. Çünkü bu kavram, hem inancı rasyonelleştirmek isteyenlerin elinde güçlü bir araç, hem de sorgulamayı gölgeleyen bir perde. Gelin “Allah’ın evrendeki yasaları” dendiğinde gerçekten neyi kastettiğimizi, nerede isabetli, nerede yetersiz kaldığını birlikte masaya yatıralım.
[color=]Önce adını koyalım: Sünnetullah mı, âdetullah mı, kozmik düzen mi?[/color]
Klasik literatürde bu çerçeveye genelde “Sünnetullah” (Allah’ın değişmeyen yasaları) denir; kimi yerde “âdetullah” geçer. Modern dindar söylem ise buna “kozmik düzen”, “ilahi yasalar” gibi daha bilim-dostu etiketler ekler. İddia şudur: evrende sebepler ve sonuçlar Allah’ın koyduğu düzenle işler; düzen güvenilirdir; bu yüzden bilime güvenebilir, teknolojiyi geliştirebiliriz. Bu yaklaşımın güçlü yanı net: doğayı okumayı, deney yapmayı, hesap kitap yapmayı ibadet diline tercüme eder. Ancak burada ilk çatlak şurada başlar: Eğer yasalar tamamen değişmezse mucize, keramet, dua nasıl “işler”? Eğer değişirse, o zaman “değişmez yasa” söylemi kaçınılmaz olarak esner. Bu gerilimi görmezden gelince, kavram kolayca slogana dönüşür.
[color=]Determinist okuma ile özgür irade arasında bıçak sırtı yürüyüş[/color]
“Allah’ın yasaları değişmez” cümlesi, dikkat edilmezse katı bir determinizme kayar. Her şey sıkı bir nedensellik içinde akıyorsa, insan iradesi nereye sığar? İslam düşüncesinde cüz’i irade–külli irade ayrımı bu soruna cevap arar; fakat forumda dürüst olalım: bu cevap çoğu zaman pratikte “Hem özgürsün, hem değilsin” gibi hissediliyor. Yasalar total belirleyiciyse, ahlâkî sorumluluk hangi zemin üzerinde yükselir? Yok, “yasalar çerçeve sağlar, insan o çerçevede özgürce yön seçer” derseniz, bu çerçevenin elastikiyeti ve sınırlarını somutlaştırmanız gerekir. Aksi halde, “Allah’ın yasaları” kavramı, tartışmada koz gibi kullanılan ama içi doldurulmayan bir üst başlıkta kalır.
[color=]Bilim–vahiy ilişkisinde büyülü uzlaşma mı, konforlu muğlaklık mı?[/color]
“Yasalar” söyleminin en cazip yanı, bilimi düşman değil müttefik ilan etmesidir. Enerji korunumu, genetik kalıtım, yerçekimi… Hepsinin arkasında ilahi hikmet olduğu söylenir. Güzel. Peki bilimsel model değiştiğinde (Newton’dan Einstein’a, Einstein’dan kuantuma) “ilahi yasalar” da değişmiş mi olur? Genelde verilen cevap: Hayır, bizim kavrayışımız değişti. Mantıklı duruyor; ama o zaman “yasalar” dediğimiz şey bizim teorik şemalarımızla mı özdeş, yoksa onlardan bağımsız mı? Bağımsızsa, buna nasıl erişiyoruz? Metodolojik sade bir cevap yoksa, kavram yine retoriğe yaslanıyor. Bir kesim “zaten vahiy var” der; ama vahyin amacı doğa bilimi vermek olmadığına göre, doğa yasalarını teolojik cümlelerle garanti altına almak, bilim felsefesinde “kategori hatası” şüphesi uyandırır.
[color=]Kötülük, acı, felaket: Yasa varsa adalet nerede?[/color]
Deprem olur, küçücük çocuklar ölür; “yasa işler” denir. Peki adalet? “Dünya imtihan yeridir” cevabı teolojik olarak tutarlı olabilir; ama böyle anlarda “yasa” söylemi insanların acısını soyut bir düzene havale ettiği için soğuk karşılanır. Yasa–merhamet diyalektiğini işlemeyen bir “Sünnetullah” anlatısı, vicdanı yaraladığı gibi, dindar–seküler diyaloğu da koparır. Eğer yasalar sadece mekanik işleyişi anlatıyorsa, toplumsal dayanışma, risk yönetimi, şehir planlama gibi insan eliyle düzeltilebilecek alanlarda “kader” sığınılan bir mazerete dönüşür. Oysa tam tersine, eğer gerçekten yasalar varsa, mühendislik ve yönetim yoluyla acıyı azaltma sorumluluğumuz kat kat artar.
[color=]Toplumsal yasalar: Tarih tekerrür mü eder, yoksa biz mi ederiz?[/color]
Kur’ânî bağlamda “Sünnetullah” çoğu kez toplumsal sonuçlara bağlanır: zulüm eden toplumlar çöker, adalet ayakta tutar. Güçlü bir ahlakî şema… ama empirik iddia olarak alınırsa sorun çıkar: Nice zalimler uzun süre ayakta kalır, nice adil insanlar ezilir. “Ebedi adalet” fikriyle hesaplaşmadan “tarihsel yasa” ilan etmek, veriye seçmeci bakmaya iter. Burada daha dürüst bir okuma şart: İlahi düzenin ahlâkî ilkeleri yön gösterir; fakat dünya sahnesinde geri bildirim döngüleri karmaşıktır, sonuçlar gecikmeli ve dağılımlıdır. Politik realiteyi “ilahi yasa” diye okursak, hatalı öngörülerimizi de iman kılıfına sokarız. Bu da hem inanca hem akla zarar.
[color=]Stratejik akıl ve empatik sezgi: İki lensi tek kameraya nasıl sığdırırız?[/color]
Tartışmayı canlı tutmak için iki yaklaşımı yan yana koyalım. Yaklaşım A (daha stratejik, problem çözme odaklı): “Yasa varsa, değişkenleri tanımla, modeli kur, müdahale et.” Bu bakış plan yapar, ölçer, iteratif ilerler. Mühendislik ve politika bu dili sever. Yaklaşım B (daha empatik, insan odaklı): “Yasa söylemi insanın acısını, kırılganlığını görünmez kılmasın; etik, bakım, ilişkisellik eksilmesin.” Bu bakış, yasayı kor kalıba çevirmeden, insan hikâyelerini merkeze alır. Forumun ruhu için ikisine de ihtiyacımız var. “Allah’ın yasaları” ifadesi, A yaklaşımına disiplin, B yaklaşımına anlam kazandırabilir. Şartı şu: Yasayı kutsal bir sopa yapmayacağız; insana bakan yüzünü çoğaltacağız. Ve çok önemli bir not: Bu iki lens cinsiyetlere doğuştan yapışık değildir; erkekler de empatik, kadınlar da stratejik olabilir. Konu, toplumsal rollere ve eğitimle gelişen becerilere dairdir. Tartışmayı kalıplara değil, yetkinliklere yaslayalım.
[color=]Kavramı güçlendirmek için gereken üç düzeltme[/color]
1. Tanım disiplini: “Yasa” dediğinizde fiziksel düzen mi, ahlâkî ilke mi, toplumsal örüntü mü kastediyorsunuz? Her biri için farklı delil ve yöntem gerekir. Hepsini tek sepete atmayın.
2. Metodolojik köprü: Eğer bilim, yasaların dilini konuşuyorsa, teolojik iddianız bilimi güvenceleyen değil, teşvik eden bir çerçeve sunsun. “Bilim değişirse iman sarsılmaz” netliğini koruyun.
3. Ahlâkî sorumluluk: Yasa fikri sizi kaderci yapmasın; tam tersine, öngörülebilirliği arttırdığı ölçüde sorumluluğu büyütür. Depreme dayanıklı şehir, adil kurum, şeffaf yönetim… “Sünnetullah” adına en sahici şahitlikler bunlar.
[color=]Provokatif sorular: Ateşi harlayalım[/color]
- Eğer “Allah’ın yasaları” gerçekten değişmezse, mucizeye ayrılan alan tam olarak neresidir ve ölçütü nedir?
- Bilimsel teoriler revize oldukça “yasalar” söylemini revize etmiyor oluşumuz, kavramın içeriğini boşaltmıyor mu?
- Toplumsal çöküşü “ilahi yasaya” bağlamak, insan sorumluluğunu görünmez kılar mı; yoksa tam tersine mi?
- “Yasa” kavramını acı ve adalet sorununda gerekçe olarak mı, yoksa eylem çağrısı olarak mı kullanacağız?
- Stratejik akıl ile empatik sezgiyi aynı masada nasıl kurumlaştırırız: eğitim müfredatı mı değişir, forum kültürü mü, yoksa ikisi birden mi?
[color=]Karşıt görüşlere kısa cevaplar[/color]
“Yasa” demek, her şeyi zaten açıklıyor.
Hayır. Açıklama, test edilebilir model ve veriye karşı hesap vermeyi gerektirir. “Yasa” etiketi, ispat değildir.
Mucizeler yasayı bozmaz, askıya alır.
Bu iddia iç tutarlı olabilir; ama o zaman mucizenin ölçütünü, sınırını ve epistemik teyidini söylemek zorundasınız. Aksi halde “istisna” kavramı her uyuşmazlığa kaçış kapısı olur.
Toplumsal yasalar tarihle sabittir.
Seçilmiş örneklerle her tezi doğrulayabilirsiniz. Sistematik karşı-örnekleri de konuşalım, yoksa doğrulama yanlılığına düşeriz.
[color=]Pratik sonuç: Bu kavram bizi neye zorluyor?[/color]
Eğer “Allah’ın evrendeki yasaları” diyorsak, üç alanda çıtayı yükseltmek zorundayız:
- Bilim okuryazarlığı: Fizik, biyoloji, veri analizi… Yasa dilini konuşacaksak, veriyle konuşacağız.
- Kurumsal ahlâk: Şeffaflık, hesap verebilirlik, adalet. “İlahi düzen”e inananlar, dünyevi düzeni daha iyi kurmakla mükellef.
- Diyalog disiplini: Hararetli tartışma iyidir; ama kavramların sınırını kabartması gerekir, sis üretmesi değil. Stratejik aklı ve empatik sezgiyi birlikte işletirsek, “Sünnetullah” slogan değil, eylem planı haline gelir.
[color=]Son çağrı: Söz sizde[/color]
Benim güçlü görüşüm şu: “Allah’ın yasaları” kavramı, doğru kullanılırsa hem aklı hem vicdanı aynı masaya davet eder; yanlış kullanılırsa aklı susturan, vicdanı katılaştıran bir şablona dönüşür. Şimdi top forumda:
- Bu kavramı sadece teselli cümlesi olmaktan çıkarıp somut sorumluluğa bağlayabilecek miyiz?
- Mucize–yasa dengesinde ölçü koymaya var mısınız?
- Ve en kritik soru: Bilimle inancı aynı odada oturturken, hangisine “garanti belgesi” arıyoruz; yoksa ikisini de dürüstçe risk almaya mı çağırıyoruz?
Buyurun, itirazlarınızı, örneklerinizi, karşı-örneklerinizi bekliyorum. Hararet iyidir; yeter ki ışık üretsin.
Ben bu başlığı açarken amacım kimseyi kırmak değil; ama “Sünnetullah” deyip geçince tartışmayı bitirdiğimizi sananlara küçük bir meydan okuma niyetindeyim. Çünkü bu kavram, hem inancı rasyonelleştirmek isteyenlerin elinde güçlü bir araç, hem de sorgulamayı gölgeleyen bir perde. Gelin “Allah’ın evrendeki yasaları” dendiğinde gerçekten neyi kastettiğimizi, nerede isabetli, nerede yetersiz kaldığını birlikte masaya yatıralım.
[color=]Önce adını koyalım: Sünnetullah mı, âdetullah mı, kozmik düzen mi?[/color]
Klasik literatürde bu çerçeveye genelde “Sünnetullah” (Allah’ın değişmeyen yasaları) denir; kimi yerde “âdetullah” geçer. Modern dindar söylem ise buna “kozmik düzen”, “ilahi yasalar” gibi daha bilim-dostu etiketler ekler. İddia şudur: evrende sebepler ve sonuçlar Allah’ın koyduğu düzenle işler; düzen güvenilirdir; bu yüzden bilime güvenebilir, teknolojiyi geliştirebiliriz. Bu yaklaşımın güçlü yanı net: doğayı okumayı, deney yapmayı, hesap kitap yapmayı ibadet diline tercüme eder. Ancak burada ilk çatlak şurada başlar: Eğer yasalar tamamen değişmezse mucize, keramet, dua nasıl “işler”? Eğer değişirse, o zaman “değişmez yasa” söylemi kaçınılmaz olarak esner. Bu gerilimi görmezden gelince, kavram kolayca slogana dönüşür.
[color=]Determinist okuma ile özgür irade arasında bıçak sırtı yürüyüş[/color]
“Allah’ın yasaları değişmez” cümlesi, dikkat edilmezse katı bir determinizme kayar. Her şey sıkı bir nedensellik içinde akıyorsa, insan iradesi nereye sığar? İslam düşüncesinde cüz’i irade–külli irade ayrımı bu soruna cevap arar; fakat forumda dürüst olalım: bu cevap çoğu zaman pratikte “Hem özgürsün, hem değilsin” gibi hissediliyor. Yasalar total belirleyiciyse, ahlâkî sorumluluk hangi zemin üzerinde yükselir? Yok, “yasalar çerçeve sağlar, insan o çerçevede özgürce yön seçer” derseniz, bu çerçevenin elastikiyeti ve sınırlarını somutlaştırmanız gerekir. Aksi halde, “Allah’ın yasaları” kavramı, tartışmada koz gibi kullanılan ama içi doldurulmayan bir üst başlıkta kalır.
[color=]Bilim–vahiy ilişkisinde büyülü uzlaşma mı, konforlu muğlaklık mı?[/color]
“Yasalar” söyleminin en cazip yanı, bilimi düşman değil müttefik ilan etmesidir. Enerji korunumu, genetik kalıtım, yerçekimi… Hepsinin arkasında ilahi hikmet olduğu söylenir. Güzel. Peki bilimsel model değiştiğinde (Newton’dan Einstein’a, Einstein’dan kuantuma) “ilahi yasalar” da değişmiş mi olur? Genelde verilen cevap: Hayır, bizim kavrayışımız değişti. Mantıklı duruyor; ama o zaman “yasalar” dediğimiz şey bizim teorik şemalarımızla mı özdeş, yoksa onlardan bağımsız mı? Bağımsızsa, buna nasıl erişiyoruz? Metodolojik sade bir cevap yoksa, kavram yine retoriğe yaslanıyor. Bir kesim “zaten vahiy var” der; ama vahyin amacı doğa bilimi vermek olmadığına göre, doğa yasalarını teolojik cümlelerle garanti altına almak, bilim felsefesinde “kategori hatası” şüphesi uyandırır.
[color=]Kötülük, acı, felaket: Yasa varsa adalet nerede?[/color]
Deprem olur, küçücük çocuklar ölür; “yasa işler” denir. Peki adalet? “Dünya imtihan yeridir” cevabı teolojik olarak tutarlı olabilir; ama böyle anlarda “yasa” söylemi insanların acısını soyut bir düzene havale ettiği için soğuk karşılanır. Yasa–merhamet diyalektiğini işlemeyen bir “Sünnetullah” anlatısı, vicdanı yaraladığı gibi, dindar–seküler diyaloğu da koparır. Eğer yasalar sadece mekanik işleyişi anlatıyorsa, toplumsal dayanışma, risk yönetimi, şehir planlama gibi insan eliyle düzeltilebilecek alanlarda “kader” sığınılan bir mazerete dönüşür. Oysa tam tersine, eğer gerçekten yasalar varsa, mühendislik ve yönetim yoluyla acıyı azaltma sorumluluğumuz kat kat artar.
[color=]Toplumsal yasalar: Tarih tekerrür mü eder, yoksa biz mi ederiz?[/color]
Kur’ânî bağlamda “Sünnetullah” çoğu kez toplumsal sonuçlara bağlanır: zulüm eden toplumlar çöker, adalet ayakta tutar. Güçlü bir ahlakî şema… ama empirik iddia olarak alınırsa sorun çıkar: Nice zalimler uzun süre ayakta kalır, nice adil insanlar ezilir. “Ebedi adalet” fikriyle hesaplaşmadan “tarihsel yasa” ilan etmek, veriye seçmeci bakmaya iter. Burada daha dürüst bir okuma şart: İlahi düzenin ahlâkî ilkeleri yön gösterir; fakat dünya sahnesinde geri bildirim döngüleri karmaşıktır, sonuçlar gecikmeli ve dağılımlıdır. Politik realiteyi “ilahi yasa” diye okursak, hatalı öngörülerimizi de iman kılıfına sokarız. Bu da hem inanca hem akla zarar.
[color=]Stratejik akıl ve empatik sezgi: İki lensi tek kameraya nasıl sığdırırız?[/color]
Tartışmayı canlı tutmak için iki yaklaşımı yan yana koyalım. Yaklaşım A (daha stratejik, problem çözme odaklı): “Yasa varsa, değişkenleri tanımla, modeli kur, müdahale et.” Bu bakış plan yapar, ölçer, iteratif ilerler. Mühendislik ve politika bu dili sever. Yaklaşım B (daha empatik, insan odaklı): “Yasa söylemi insanın acısını, kırılganlığını görünmez kılmasın; etik, bakım, ilişkisellik eksilmesin.” Bu bakış, yasayı kor kalıba çevirmeden, insan hikâyelerini merkeze alır. Forumun ruhu için ikisine de ihtiyacımız var. “Allah’ın yasaları” ifadesi, A yaklaşımına disiplin, B yaklaşımına anlam kazandırabilir. Şartı şu: Yasayı kutsal bir sopa yapmayacağız; insana bakan yüzünü çoğaltacağız. Ve çok önemli bir not: Bu iki lens cinsiyetlere doğuştan yapışık değildir; erkekler de empatik, kadınlar da stratejik olabilir. Konu, toplumsal rollere ve eğitimle gelişen becerilere dairdir. Tartışmayı kalıplara değil, yetkinliklere yaslayalım.
[color=]Kavramı güçlendirmek için gereken üç düzeltme[/color]
1. Tanım disiplini: “Yasa” dediğinizde fiziksel düzen mi, ahlâkî ilke mi, toplumsal örüntü mü kastediyorsunuz? Her biri için farklı delil ve yöntem gerekir. Hepsini tek sepete atmayın.
2. Metodolojik köprü: Eğer bilim, yasaların dilini konuşuyorsa, teolojik iddianız bilimi güvenceleyen değil, teşvik eden bir çerçeve sunsun. “Bilim değişirse iman sarsılmaz” netliğini koruyun.
3. Ahlâkî sorumluluk: Yasa fikri sizi kaderci yapmasın; tam tersine, öngörülebilirliği arttırdığı ölçüde sorumluluğu büyütür. Depreme dayanıklı şehir, adil kurum, şeffaf yönetim… “Sünnetullah” adına en sahici şahitlikler bunlar.
[color=]Provokatif sorular: Ateşi harlayalım[/color]
- Eğer “Allah’ın yasaları” gerçekten değişmezse, mucizeye ayrılan alan tam olarak neresidir ve ölçütü nedir?
- Bilimsel teoriler revize oldukça “yasalar” söylemini revize etmiyor oluşumuz, kavramın içeriğini boşaltmıyor mu?
- Toplumsal çöküşü “ilahi yasaya” bağlamak, insan sorumluluğunu görünmez kılar mı; yoksa tam tersine mi?
- “Yasa” kavramını acı ve adalet sorununda gerekçe olarak mı, yoksa eylem çağrısı olarak mı kullanacağız?
- Stratejik akıl ile empatik sezgiyi aynı masada nasıl kurumlaştırırız: eğitim müfredatı mı değişir, forum kültürü mü, yoksa ikisi birden mi?
[color=]Karşıt görüşlere kısa cevaplar[/color]
“Yasa” demek, her şeyi zaten açıklıyor.
Hayır. Açıklama, test edilebilir model ve veriye karşı hesap vermeyi gerektirir. “Yasa” etiketi, ispat değildir.
Mucizeler yasayı bozmaz, askıya alır.
Bu iddia iç tutarlı olabilir; ama o zaman mucizenin ölçütünü, sınırını ve epistemik teyidini söylemek zorundasınız. Aksi halde “istisna” kavramı her uyuşmazlığa kaçış kapısı olur.
Toplumsal yasalar tarihle sabittir.
Seçilmiş örneklerle her tezi doğrulayabilirsiniz. Sistematik karşı-örnekleri de konuşalım, yoksa doğrulama yanlılığına düşeriz.
[color=]Pratik sonuç: Bu kavram bizi neye zorluyor?[/color]
Eğer “Allah’ın evrendeki yasaları” diyorsak, üç alanda çıtayı yükseltmek zorundayız:
- Bilim okuryazarlığı: Fizik, biyoloji, veri analizi… Yasa dilini konuşacaksak, veriyle konuşacağız.
- Kurumsal ahlâk: Şeffaflık, hesap verebilirlik, adalet. “İlahi düzen”e inananlar, dünyevi düzeni daha iyi kurmakla mükellef.
- Diyalog disiplini: Hararetli tartışma iyidir; ama kavramların sınırını kabartması gerekir, sis üretmesi değil. Stratejik aklı ve empatik sezgiyi birlikte işletirsek, “Sünnetullah” slogan değil, eylem planı haline gelir.
[color=]Son çağrı: Söz sizde[/color]
Benim güçlü görüşüm şu: “Allah’ın yasaları” kavramı, doğru kullanılırsa hem aklı hem vicdanı aynı masaya davet eder; yanlış kullanılırsa aklı susturan, vicdanı katılaştıran bir şablona dönüşür. Şimdi top forumda:
- Bu kavramı sadece teselli cümlesi olmaktan çıkarıp somut sorumluluğa bağlayabilecek miyiz?
- Mucize–yasa dengesinde ölçü koymaya var mısınız?
- Ve en kritik soru: Bilimle inancı aynı odada oturturken, hangisine “garanti belgesi” arıyoruz; yoksa ikisini de dürüstçe risk almaya mı çağırıyoruz?
Buyurun, itirazlarınızı, örneklerinizi, karşı-örneklerinizi bekliyorum. Hararet iyidir; yeter ki ışık üretsin.