Osmanlı Libya'Yı Ne Zaman Kaybetti ?

Beyza

New member
Osmanlı Libya’yı Ne Zaman Kaybetti?—Bir Ayrılığın Hikâyesi

Selam forumdaşlar,

Bu akşam size bir tarih anlatısı değil, bir hikâye getirdim. Ama öyle sıradan bir hikâye değil… İçinde çöl rüzgârı, gemi dumanı, mektuplar, umut ve kayıplar var. “Osmanlı Libya’yı ne zaman kaybetti?” sorusuna, sadece bir tarih cevabı değil, kalpten bir yanıt arayanlara gelsin bu yazı.

Bir Başlangıç: 1911’in Tozlu Ufku

Takvimler 1911’i gösterdiğinde, Osmanlı Devleti’nin ufkunda kara bir gölge belirdi. O gölgenin adı Trablusgarp Savaşıydı.

Osmanlı’nın elindeki son Kuzey Afrika toprağı olan Libya, o dönemde İtalyanların gözüne kestirdiği bir “koloni fırsatı”ydı. Avrupa artık sanayileşmiş, kaynak arayışına girmişti. İtalya geç kalmış bir imparatorluktu; yeni toprak istiyordu.

Ama Trablusgarp, sıradan bir toprak parçası değildi. O toprakta, dedelerimizin duaları, tüfeklerinin pası, kadınların sabrı vardı.

Hikâyemizin Karakterleri: Strateji, Empati ve Direniş

Hikâyemizin iki ana karakteri var.

Biri, Yüzbaşı Kemal—aklıyla savaşan, stratejiyi pusula edinmiş bir subay.

Diğeri, Zeynep—Trablusgarp’ın küçük bir köyünde yaşayan, empatisiyle direnişi besleyen genç bir kadın.

Kemal İstanbul’dan yola çıkarken, gözlerinde planın ağırlığı vardı. “Libya düşerse, Akdeniz düşer” diyordu.

Zeynep ise sahra kuyularında su taşırken, “Burası sadece toprak değil, bizim hikâyemiz” diyordu.

İkisi hiç tanışmadı belki ama aynı rüzgârla nefes aldı: biri çözüm için, diğeri umut için savaştı.

Erkeklerin Stratejisi: Haritalar Üzerinde Umut Arayışı

Yüzbaşı Kemal, haritanın başında eğildi. Elindeki kalem, Libya çöllerine inemeyen Osmanlı askerinin simgesiydi.

Deniz yolları kapalıydı, çünkü İtalyan donanması güçlüydü. Osmanlı ordusu, deniz aşırı bir cepheye asker gönderemiyordu.

“Trablusgarp’ı kaybetmemek için orada olmalıyız,” dedi Kemal, “ama nasıl?”

Ve o an, çözüm odaklı zekâ devreye girdi:

Resmî ordu gidemeyecekse, gönüllüler gidecekti.

Subaylar, kimliklerini gizleyerek sivil kılıkla Mısır üzerinden çöl yollarını aşacaklardı.

Bu cesur isimler arasında Enver Bey, Mustafa Kemal, Nuri Conker, Fethi (Okyar) gibi geleceğin liderleri de vardı.

Onlar, Trablusgarp çöllerinde stratejiyi kaderle harmanladılar.

Bir köyde, Zeynep ve kadınlar onlara yiyecek taşıdı. O an, stratejiyle empati yan yana geldi.

Kadınların Empatisi: Direnişin Kalbi

Zeynep, her gün savaşçıların yanına su taşırken sessiz bir dua ederdi: “Allah’ım, bu toprak susuz kalmasın.”

Onun gözünden savaş, haritalarla değil, insanların yüzleriyle ölçülürdü.

Bir gün bir asker, Zeynep’e sordu:

“Sen neden korkmuyorsun?”

Zeynep gülümsedi: “Çünkü biz korkarsak, çocuklarımız sessiz büyür.”

O gülümseme, bir strateji değildi ama bütün cepheye moral olmuştu.

Kadınlar, yaralıları sardı, haber taşıdı, dualarıyla direnişi ayakta tuttu.

Erkeklerin haritaları, kadınların sabrıyla tamamlandı.

Gerçek An: 1912—Bir İmzanın Sessizliği

Ama dünya büyük bir satranç tahtasıydı ve Osmanlı’nın taşları azalıyordu.

İtalyanlar donanmayla Çanakkale’yi bile tehdit etmeye başlayınca, hükümet artık dayanamadı.

1912’de, Uşi Antlaşması imzalandı.

Bu anlaşmayla Osmanlı, Trablusgarp ve Bingazi üzerindeki idari haklarını İtalya’ya bıraktı.

Yani Libya resmen elden çıktı.

Ancak padişah, halifelik bağıyla bölgedeki Müslümanların dini bağlılığını sürdürmek istedi.

Kâğıt üzerinde İtalya’ya geçti ama halkın kalbinde Osmanlı sevgisi uzun süre kaldı.

Bir Subayın Son Mektubu

Yüzbaşı Kemal, Uşi Antlaşması’nın haberini çadırda aldı.

Mektubuna şöyle yazdı:

> “Bugün bir ülke kaybettik, ama halkın kalbinde o ülkenin sevgisini kazandık.

> Belki Libya bizden uzaklaştı ama bir gün bu topraklar, özgürlüğün sesini yeniden duyar.”

Zeynep ise o sırada köyde çocuklara su dağıtıyordu.

Bir kız çocuğu ona sordu: “Zeynep abla, Osmanlı gitti mi şimdi?”

Zeynep yere baktı, bir avuç toprağı aldı: “Gitmedi. Çünkü biz hâlâ bu toprağı seviyoruz.”

Kaybın Ardındaki Kazanım

Tarih bize bazen acı olayları öğretir ama o acıların içinden karakterler doğar.

Trablusgarp Savaşı, Osmanlı’nın son Afrika direnişiydi.

Ama aynı zamanda, geleceğin liderlerini yetiştiren bir okuldu.

Mustafa Kemal orada savaşırken yerel halkla bağ kurmayı, halkın kalbini kazanmanın savaş kadar önemli olduğunu öğrendi.

Yani Libya kaybedildi, ama direniş fikri kazandı.

Empati ve Strateji Birleşince

Forumdaşlar, düşünün:

Bir yanda haritaya bakan bir komutan;

Bir yanda o haritayı el emeğiyle koruyan bir kadın.

Biri çözüm arar, diğeri anlam arar.

Ve ikisi bir araya geldiğinde, kaybedilen bile kazanıma dönüşür.

Tarih hep “kim kazandı, kim kaybetti” diye anlatılır.

Ama bence asıl soru şu: “Kim unutmamayı başardı?”

Osmanlı Libya’yı 1912’de kaybetti, ama oradaki insan ilişkisini, o ortak kader hissini hiç kaybetmedi.

Bugüne Yankısı: Kayıp Değil, Bağlantı

Bugün bile Libya’da yaşlılar Türkleri “atalarımız” diye anar.

O yıllarda kurulan gönül bağı, yüzyıllar geçse de sıcaklığını korur.

Bu, tarihin diplomasiyle değil, empatiyle yazılan kısmıdır.

Zeynep gibi kadınlar sayesinde halk direndi; Kemal gibi subaylar sayesinde strateji yaşadı.

Biri kalbiyle, biri aklıyla… ama aynı amaç için.

Son Söz: Her Kayıp, Bir Hatıradır

Osmanlı Libya’yı 1912’de kaybetti, evet.

Ama o kaybın içinde doğan değerler hâlâ bizimle: dayanışma, direniş, insanlık.

Yüzbaşı Kemal’in mektubu ve Zeynep’in avuç toprağı, bize şunu hatırlatıyor:

Bir millet sadece toprakla değil, hatıralarla da yaşar.

Sizce bir ülke toprağını kaybettiğinde ne kaybeder? Sadece sınır mı, yoksa bir parça kalp mi?

Yorumlarda konuşalım; belki bu sefer tarihe, kitaplardan değil, yürekten bakalım.